13 Aralık 2010 Pazartesi

Mektup

Pek sevgili Dostum Halis Bey,

Nasılsınız? İyi misiniz? Umarız ki afiyettesinizdir. Size bir olay anlatacağım geçenlerde başımdan geçen. Vallahi de billahi de inanmayacaksınız. Baştan ben söyleyeyim de siz karar verin gerisine.

Geçenlerde bir kız gördüm yolda efendim kız nasıl güzel, nasıl güzel şu kısacık mektubuma sığdıramayacağım, sığdırsam da tarifte yetersiz kalacağım gibi bir güzel. (Bu konudan kesinlikle eşim hanımefendiye bahsetmeyeceğinizi umarak yazıyorum ama zannetmeyiniz ki anlatacağım bir aşk macerasıdır. Böyle bir hafifliğe ne eşime sadakatim ne de kendime duyduğum saygı izin verir.) işte bu kız yürüdükçe saçı bukalemun denilen o sürüngen gibi renkten renge giriyor, bir yandan da içerden çekiyorlarmış gibi bir uzun bir kısa oluyordu. Kafasının sağ yanında düz sol yanında kıvırcık saçlar taşıyordu. Şimdi sizin düştüğünüz durum gibi ben de başta afalladım. Güneşten olacak dedim. Hemen yakındaki bir büfeden bir şişe su alarak yüzümü yıkadım bu arada da üstümü başımı sırılsıklam ettim. Efendim bereket mevsimlerden yaz yoksa o şekilde zor dolaşırdım insan içinde. Ben o an kızı görme ve gerçeğe ulaşma sevdasından vazgeçmişken birden büfenin hemen iki dükkan yanındaki tuhafiyeciden çıkmasın mı kız? Ben de bir yandan kıza biraz daha yaklaşayım da gözüm mü yanılıyor aklım mı yoksa kızcağızın yaradılışında mı bir kusur var onu anlayayım diye uğraşırken sağımdan solumdan geçenlerin beni ayıpladıklarını, üstüne üstlük parmakla gösterdiklerini fark ettim. Beni sapık sanmışlar, masum emelimi de kıza sarkıntılık algılamışlardı. Ne yazık değil mi efendim şu insanlar nasıl da ön yargılı oluyorlar. Etrafımın çekintisinden kızın yanardöner saçlarını uzaktan takip etmek zorunda kaldım. Gerçekten de sürekli değişiyordu saçlar. Yüzümü elledim hala ıslaktı, gözlerimi ovuşturdum hatta inanmazsınız bir noktadan sonra öyle bir hayrete düşmüştüm ki (Bunu yazarken bile utanıyorum.) elimi ceketimin cebine atıp kendi kendimi bile çimdikledim. Sonunda kızın gerçekten farklı olduğu görüşünde gözlerim, aklım, mantığım birleşti. İşin içinde merak unsuru girdi bu kez de. Artık kıza gidip sorayım diyordum ama ayıp olacak diye de çekiniyordum. Anneannem insanların eksiklerini yüzüne söylemek çok ayıptır hafifçe hissetmesini sağlasan kafidir hem gönül kırmazsın hem de birine yararda bulunursun derdi nur içinde yatsın. Ben de bu öğüde uyup biraz düşündüm uygulayacağım sezdirme planını biraz sonra da harekete geçtim. Önce kıza hızlı adımlarla yaklaştım karşısında şapkamı çıkarıp “Merhaba hanımefendi” dedim. Kız da bana karşılık verdi. Ben tavırlarımı bir pazarlamacıya benzetip biraz yüksek ve ısrarlı bir ses tonu kullanıyordum. (Sevgili dostum bilirsin küçükken ne tiyatro sevdalısı olduğumu. Bu olay sebebiyle yeteneğimi de deneme fırsatını bulduğuma pek sevinmiştim o an.) Çok güzel saçlarını olduğunu, yeni bir şampuan çıktığını, denemeyi isteyip istemediğini sordum. Kız beni terslemesin mi? İşte bu olaydan sonra ben de kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde uzaktan takibime devam ettim dostum. Başka ne yapacaktım ki zaten. Ben takip ederken kız pür dikkat ona bakmıyor olsam kaçırabileceğim bir hızla hemen yanındaki sokağa saptı. Ben de girdim sokağa ama karşımda bir duvar buldum bir de çöp tenekesi. Çöpün işinden bir kara kedi fırladı, bana sürtündü, sonra geçti gitti. Bu iş eğer sizin de tahmin etmiş olduğunuz gibi bir doğaüstü güçler meselesi ise şükürler olsun ki tanrının sevdiği kuluymuşum başıma bir iş gelmedi. Yok eğer sıcaktan, bunaltıdan görülmüş bir hülya ise de kediye bir anlam veremem o zaman da. Neyse ne artık. Ben yalnızca sizinle paylaşma gereği duyduğum bu olayı başkalarına anlatmayacağınıza dair size karşı sonsuz bir güven besliyorum. Şu anda içinde bulunduğum şoktan ancak çıkmış olduğumu mazur görmenizi dileyerek mektubuma burada son veriyorum. Tüm ailenize selamlar gönderiyorum.
Ahmet

DÜŞünce

Bir ben olsan yalnızca
Benden başkasına ne muhtaçsın ne de
Seni idam edecekler sen oluverdin diye
Her ruh kendi benlik potasında erimek ister ama
Kendi benliğini bulamayan biz ya da kimi kimseler
Kendimize yabancı ya da yalancı senliklere esenlikle saldırıyoruz
Ateşe uçan pervaneler gibi…

9 Aralık 2010 Perşembe

İnsan içre

Evler yaptı insanlar kat kat
Kat kat üstünde evler vardı
Kat kat üstünde insanlar yaşadı
Evlerin içinde insanlar vardı
İnsanların içi başka
Evlerin içi…

5 Aralık 2010 Pazar

Gerçeklik ve Algı Üstüne

Gerçek nedir? Bize göre dışarıdan algıladıklarımız bizim gerçekliğimizi oluşturuyor. Bu tüm metafiziksel ya da sezgisel olmayan -pozitif bilimler dahil- her şey için geçerli. Çünkü düşüncelerimizin oluşma mekanizması temelde dışarıdan aldığımız uyarılara bağlıdır. Buna bir çocuğun anadilini öğrenmesini, farklı öğrenme teknikleri(informal, formal…) bir şeyleri öğrenmesi gibi durumları gösterebiliriz. Ancak şu an düşünülen paralel evrenlerin varlığı meselesi ve hakkında net bir bilgiye sahip olunmayan insanların algılarındaki farklılık bir ortak gerçek yerine bireysel gerçeklikler olduğunu düşündürüyor. Halbuki insan, bir şeye dayanmak ve açıkça güvenmek için kendisine bağlı olmayan yani kendi kendine bir çıkış, ya da sığınma noktası edinebileceği bir bağımsız ortak gerçeklik arzusundadır.

Bir diğer nokta da bu konuda aslında bizim algılamadığımız şeylerin de bir biçimde gerçek oluşudur ki boyutsal açıdan bakarsak duruma bizim şu anda üç boyutlu algıladığımız evrenin farklı boyutlarının da olduğu uzun zamandır bilim adamları tarafından da öne sürülen bir savdır. Ancak bunlar teoride, hesaplamalar üstünde kaldığından böyle bir durum üzerine herkesçe bir kabullenilmişlik ve yeterli bir farkındalık yoktur.
Öyleyse bizim duyularımızın algılayamadığı şeyleri algılayanlar var mıdır? Bu makinelerle zaten uzun zamandır yapılan bir şeydir. En basitinden zaman algımız için saatleri, hastanelerde radyoloji bölümlerinde maruz kalınan radyasyonu ölçmek için cihazlar ve bunun gibileri uzun zamandır kullanılmaktadır. Ancak insanın aracısız biçimde farklı bir algı seviyesine sahip olması çok da alışılageldik bir şey değil bizim için. Diğer bir yandan uğraştığı işlerle ilgili Serhat Gümrükçü bir röportajında diyor ki: Bu tamamen bir farkındalık düzeyi, nasıl bir farkındalık düzeyi. Zihnin sınırlarını bedeninle çizmeme hali denebilir aslında. Hermes’in bir lafı var, diyorki “İnsanın tüm yaşantısı zihnindeki düşüncelerden ibarettir”. Hakikaten beynimizde oluşan bütün algılar, bütün her şey bizim yaşantımız. Şu anda karşımda oturuyorsunuz. Benim zihnim karşımda oturduğunuzu söylediği için benim için karşımda oturuyorsunuz, benim zihnim bunu söylemese siz benim için yoksunuz. Başka insanlar için olsanız bile yoksunuz.” İşte burada belki de insanın farklı algılarının açılması, dördüncü ya da başka bir boyutu da algılayabilmesi söz konusu. Ve aslında bakıldığında meselenin özünün tamamen üç boyut ve sınırlı algılar üzerine çalışan cihazların da bu enerjiyi algılayabilmesi söz konusu değil. Bu iki boyutta yaşayan insanların üçüncü boyutu gördüklerinde onu anlayamamaları ile karşılaştırılabilir belki de hayal etmek ne kadar zor olsa da. Ayrıca tüm bunların yanında zaten dinlerce de bahsedilen farklı boyutlar ve yaşamlar da asırlardır söylenegelmekte ancak normal insanların bu algıya sahip olmamaları ve buna sahip olan sıradan bireylerin de bir şekilde yasaklanmış bir şey yaptığı düşüncesi nedeniyle konu üstüne çok fazla düşülmemiştir.